BIYOGRAFI

BIYOGRAFI

fotoğraf (1)

İstanbul’da doğan Nilay Özenbay, evli ve iki çocuk annesidir.

İstanbul F.M.V. Özel Işık Lisesi’ni bitiren sanatçı, ardından Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Görsel Sanatlar Departmanı Heykel Bölümü’nden 2015 yılında birincilikle mezun oldu.

Nilay Özenbay, 1997 – 2004 yılları arasında heykeltıraş İrfan Korkmazlar ile heykel çalışmalarına başladı. 2004 – 2006 yıllarında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Üyesi heykeltıraş Ziyaeddin Nuriev ile Zeynep Sanat Atölyesi’nde heykel çalışmalarına devam etti.

2008 yılında New York School of Visual Arts’ta Workshop’a katıldı.

2010 – 2012 yılları arasında heykeltıraş Yunus Tokuş, heykeltıraş Mine Akın, heykeltıraş Hüseyin Alpaslan ve Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Bölümü öğretim görevlisi Ertuğ Atlı atölyelerinde çalıştı.

Çalışmalarına kendi atölyesinde devam etmektedir.

_MG_5139

showroom-m-1

showroom17

IMG_1737

.

.

DENGE

Beyin bilimleriyle uğraşan insanlar, kendilerini çoğu zaman zorlu sorularla karşı karşıya bulurlar. Ruh, bilinç, özgür irade, yaratıcılık ve sanat gibi mevzular soru olarak sıklıkla karşımıza çıkar. İnsanın tarihini geriye doğru izlediğimizde geçmişe doğru gittikçe insanlara ait  buluntular arasında zaman boşlukları büyür ve kesintiler artmaya başlar. İnsanın bu yeryüzünde ne kadar bir süredir bulunduğunu tam bilmesek de 150-200 bin yıl kadar geriye uzanan bir tarihten bahsetmek mümkün gözüküyor. İnsanın bu dünyada arz-ı endam ettiği günden itibaren ilk ortaya koyduğu farklılık nedir diye baktığımızda ise ne teknolojik eserleri ne işlevsel tasarımları nede başa şeyleri görürüz. Bize kalan ilk işaret hep ‘’Sanat’’ ile ilgilidir.

Binlerce yıl önce mağara duvarlarına çizilmiş resimler, amacı hala tam açık olmasa da insan beyninin somut gerçekliğinin ipuçlarını kullanarak, hiç var olmayan soyut eserler üretebilme yeteneğini, onu hayvanlardan ayıran ilk ve en önemli fark olarak karşımıza çıkarıyor. Sanatın beynimizdeki kaynağı en zor sorularımızdan birisidir. Bu gün elimizdeki teknolojilerle sanatsal bir üretim yapan insanların beyinlerini görüntüleyebiliyor kimyasal seviyelerini ölçebiliyor. Nice tekniklerle beyinlerimizi izleyebiliyoruz. Alnımızın hemen altında kalan ön beyin lobu, diğer bütün canlılara göre bizde çok büyüktür. Onun dışındaki kısımlar ise neredeyse aynı diğer canlılarda gördüklerimize benziyor. Beynimizin bu ön bölümündeki devreler bize diğer canlılarda olmayan bir çok yeteneğin bahşedilebilmesi için gerekli alt yapıyı sağlıyor aslında. İrademiz, sosyal becerilerimiz, gelecekteki bir ödül için anlık hazları erteleyebilmemiz, ahlak kurallarına bağlı bir yaşam, konuşma akıl yürütme ve problem çözme gibi daha nice beceriler buradaki devrelerimizin arasında gezinen karmaşık sinirsel hesaplamalar üzerinden gerçekleşiyor. Bu devreler hasar gördüğünde ise bu özelliklerin çoğunu yahut bir kısmını hayata geçiremeyen hasta insanlarla karşı karşıya kalıyoruz. Beynin bu ön bölgelerinin bize sağladığı bir başka özellik de beynimizin derinliklerindeki alanlar tarafından yürütülen duygusal işlevlerimiz üzerinde sınırlı da olsa bir kontrol sağlaması ve daha önemlisi duygusal sistemimizde gerçekleşen o eşsiz deneyimleri yani duyguları, çeşitli yöntemlerle ifade edebilmemizi mümkün kılmasıdır. Şiir, roman, heykel, resim ve müzik gibi duygularımızın anlatılabilir farklı biçimlerdeki ifadelerine hayat verebilmemizi sağlayan yeteneklerimiz işte bu gelişmiş devrelerin henüz çözemediğimiz koordinasyon özellikleri sayesinde hayat buluyor.

Koordinasyon yahut eşgüdüm, sanatsal zihni anlamada aslında çok önemli bir kavram. Sanat, belli bir bölgenin işlevi olmaktan ziyade yaşam boyunca beyinde ve zihinde biriktirilmiş olan tüm tecrübelerin müşahhas neticelerini, benzersiz ve tekrarlanamaz derecede karmaşık süreçler dizisiyle hayata geçirme süreci olarak karşımıza çıkıyor. Sanatı sadece üretmek değil, anlamak ve anlamlandırmakta insan düzeyinde gelişmiş bir beyin gerektiriyor. Beynimizin sağ yarısının daha ziyade sanatsallık bir yenilik içeren sol kısmının ise daha çok yetenek ve tekrarlı işlerde uzman olduğunu biliyoruz. Sanatın üretilmesindeki kişiye özellik, öznellik gibi, sanatın algılanmasında da insanlar adedince bir çeşitlilik var. (1)

Bilimsel bilgiden yaşama sevincine açılan sanat kapılarını keşfetmenin keyfiyle çalışmalarımda başlangıçta izlediğim figüratif dil zamanla soyut kavramların şekil bulduğu biçimlere dönüştü. Kütlenin değişen hareketlerini işlerimde üç boyutlu görselleşmeye çalışırken malzemenin olanaklarından da yararlandım. Hareket, ritm, denge üzerinde durduğum kavramlar oldu. Bunları; konturların hareketi, boşluk ve doluluk arasındaki ilişki, oran, ışık-gölgeler ve onların yönlenmelerini sağlamaya çalışıyorum.

Şeref Bigalı der ki: Yapıtı geometrik bir düzene sokup, birlik ve bütünlüğü sağlamakla, ritim oluşturulur. Ritim sanat yapıtına denge ve birlik etkisi kazandırır. Doğada rastlamış olduğumuz ritimlerden etkilenen sanatçılar estetik değerler yaratırlar. Kompozisyonda yer alan elemanların vurgu aralık ve yönleri açısından sınıflandırmaları ile oluşur. Ritim duygusu mekânda, ölçekte, dokuda ve renkte etkin olarak ifade edilebilen bir yapıyı açıklamaktadır. Oluşturulan ritmik hareket, devinim ve enerji duygusu vermektedir. Ritmi oluşturan unsurların, yapıtlarda belli bir düzen içerisinde, tekrarların dolaşımından doğan bir hareketlilikle elde edilmesine yardımcı olduklarına tanık olunabilir. (2)

Maddenin, hacim-kütle ilişkisi yanında, modelaj, çamur ve kumaş gibi seçilen malzeme işlerimdeki potansiyel gerilimi anlatır. İçten dışa yüzeyde yaşanan  bu gerilim maddenin biçim almasıyla varlık kazanır. Nasıl ki  madde biçim almaya gerekliyse benzer şekilde duygusal gerilimi de  yüzeyde açar. Aritotelesçi ” Olan her şey, bir şey vasıtasıyla ve bir şeyden hareketle olur” ifadesinde olduğu gibi sanatsal ürünü meydana getirmeler, başka türlü yapmalar, gerçekleştirmeler olarak düşünürsek form her şeyin özüdür.

Sanatsal ürünü meydana getirmeler, başka türlü yapmalar gerçekleştirmeler olarak düşünürsek form her şeyin özüdür. Buradan hareketle potansiyellik bir olanak olarak yüzeyde var olmayanın var edilmesidir: Duygusal dünyanın gerçekleşmesi. Modernitenin yıpratıcı etkisi karşısında çoğunluğu kısmen tepkiyi kısmende kaçışı ifade eden davranışlarla eskiye ait bir takım inanç, değer ve gelenekleri yeniden canlandırma çabasına girdiklerinde; Gerçekte derin varoluşsal bu dönüşümü yapılandırırken; Asıl sorun akıl, ruh, beden kavramlarının psikozunu irdelediğim çalışmalarımda dengede olmak ve dengede kalmak temel amacımdır.

Zaman içinde yaptığım çalışmalarda, malzeme değişikliğinin yanında rengi kullanmam çalışmalardaki soyut dille birlikte şekillendi. Goethe, ilk kez 1810 ‘da yayınlanan ve ‘Renk Öğretisi’ adlı kitabında renk için; “… genel geçerli doğa formülleri arasında en iyi görülebilen ve kavranabilen, göz organını anlamlaştıran ve böylece göz duyusuna hitap eden en temel doğa olgusudur” diyerek, rengi, fizyolojik fenomen olarak açıklar. Işığın fark edilmesi ve bunun sonunda, beyne ulaşan duyumların algılanma ve yorumlanması ile renklerin ortaya çıktığını öne sürer. Renk açıklamasında fizyolojik fenomeni vurgularken insan faktörünü dikkate almaksızın salt nesnel gerçeği tanımlamaya çalışır. Renkli gölgeler ve tamamlayıcı renkleri, renklerin aydınlık, karanlık, parlaklıklarını farklı ışık altındaki durumlarını incelemiştir. O Newton’un aksine renklerin fiziksel şartlardan kaynaklanmadığını, görmenin fizyolojisi yüzünden bu şekilde algılandığını savunmuştur. Aslında rengin sosyal yaşamda kabul görmüş içeriği yanında, soyut kavramların ifadesi de olması beni rengi kullanmaya yöneltti. Kadın, erkek arasındaki eşitsizliğin ifadesi olarak bilinen feminist kadınlar hareketinin ifadesi olan eflatun rengin öyküsünde, Yunan mitolojisine göre yarısı erkek yarısı kadın bir tanrı olan iki cinselliği simgeleyen mitolojik anlatıdan bahsedilmektedir.  Toplumsal düzenin oluşmasında renk ve iletişim ilişkisini  Deniz Özer şöyle açıklar: Renk eski çağlardan günümüze kadar farklı anlam ve durumlarda toplum ilişkisinin düzenleyen bir unsur olarak kullanılmıştır. Toplumsal hayatı düzenleyen öğeler ( psikolojik, sosyal, kültürel vb.) rengin görsel etkileme gücü ile birleşerek iletişimde insanlara yeni anlatı yolları sağlamıştır(3) .  Rengin bu kolektif niteliği yanında insanın ruhsal durumuyla ilişkisi, rengi estetik kavrayıştan önce insan ruhunun ifade aracı kılmıştır. Çalışmalarımda  tercih ettiğim siyah ve beyaz arasında kırmızı, mor, turuncu renk skalası, İniş- çıkışlar, dalgalanmalar, , patlamalar, salınımlar, sıkışmaları yansıtır.

Kütlenin değişen hareketlerini biçimlendirirken malzemenin kimliğnden ve olanaklarından da  yararlandım. . Biçimin kendi başına anlatılamayacağını, kütlenin, boşluk-doluluk arasındaki gerilimde asılı durduğunu düşünmem, çalışmalarımda, algı içeriği olan nesnenin biçim-kavram geriliminde aldığı yolu yansıtacağım işleri ortaya çıkarmama yardımcı oldu. Heykellerim, maddenin  hacim  olarak şekillenişi yanında, benim duygusal yaşantımın izlerini de taşıyan hacimselleşmiş halidir.


  1. Prof. Sinan Canan, Sinir bilimci, 2015
  2. Şeref Bigalı, Resim Sanatı, 1984
  3. sobiad.odu.edu.tr, Toplumsal düzenin oluşmasında renk ve iletişim, Ankara, 2012